Küresel borç yükü rekor seviyelere ulaşırken, Fransa, ABD, Japonya ve İngiltere gibi gelişmiş ülkelerde mali baskılar artıyor. Yüksek faizler, demografik değişimler ve siyasi belirsizlikler, hükümetleri zor kararlar almaya itiyor.
Küresel ekonomide borçlanma baskısı giderek büyüyor. Artan faiz giderleri, sağlık ve savunma harcamalarındaki yükseliş, iklim değişikliği ve doğal afetlerin yol açtığı ekonomik kayıplar, gelişmiş ülkelerde uzun vadeli borçlanma maliyetlerini artırıyor. IMF’e göre, küresel kamu borcunun GSYH’ye oranı bu yıl yüzde 95,1’e ulaşacak ve olumsuz senaryolarda 2027’ye kadar yüzde 117’ye çıkabilir.
Fransa, İtalya ve İngiltere’de borç yükü hem miktar hem de maliyet açısından endişe yaratıyor. Fransa’nın borcu GSYH’nin yüzde 113,9’una ulaşırken, siyasi belirsizlikler ve hükümet krizleri borçlanma maliyetlerini yükseltiyor. İtalya, GSYH’nin yaklaşık yüzde 140’ına ulaşan borç seviyesi ve yüksek bütçe açıklarıyla dikkat çekiyor. İngiltere’de ise borcun faiz yükü kamu harcamalarının yüzde 8,3’ünü aşarak eğitim ve savunma bütçelerini zorluyor.
ABD ve Japonya, küresel borç krizinin merkezinde bulunuyor. ABD’nin kamu borcu 37 trilyon doları aşarken, faiz ödemeleri yıllık 1 trilyon doları geçiyor ve savunma harcamalarını fazlasıyla aşıyor. Japonya’da borç GSYH’nin yüzde 235’ine ulaşmış durumda; artan faiz beklentileri ve siyasi belirsizlikler, tahvil piyasalarında büyük hareketlilik yaratıyor.
Almanya ve AB genelinde de borç sorunları devam ediyor. Almanya, altyapı ve savunma harcamalarını artırırken, 30 yıllık tahvil faizleri 2011’den bu yana en yüksek seviyeye çıktı. AB’nin borcunun GSYH’ye oranı 81,8’e yükselmiş durumda ve AB kurtarma fonlarının geri ödenmesi tartışmaları gündemde. Gelişmekte olan ülkelerde de borçlanma hızla artıyor; tahvil ihracı 2007’de 1 trilyon dolarken, 2024’te 3 trilyon doları aştı.
Uluslararası Finans Enstitüsü’nün verilerine göre, 2025’in ikinci çeyreğinde küresel borç 337,7 trilyon dolara ulaştı. Uzmanlar, artan borç ve faiz yüklerinin finansal istikrar üzerinde uzun vadeli riskler oluşturduğunu ve hükümetlerin sürdürülebilir borç yönetimi stratejilerini acilen gözden geçirmesi gerektiğini vurguluyor.